"Yunanisten Başbakanı Miçotakis ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Hristodulidis'in önceki gün koşa koşa Netanyahu'ya gitmelerinin bir tek gerekçesi vardır o da Türkiye düşmanlığıdır" diyen DSP Genel Başkanı Önder Aksakal TBMM’de düzenlediği basın toplantısında Enosis hayaliyle yanıp tutuşan Rumların tarihin yaşattıklarından bir ders almamışçasına aynı hayalin peşinde koşmaya devam ettiğini belirterek, 20 Temmuz 1974'teki Kıbrıs Barış Harekatı ile sadece Türklere değil, Rumlara da barış getirildiğini, 51 yıldır Ada'daki iki halkın huzur ve güven içerisinde yaşadığını ifade etti.
"Terörsüz Türkiye" idealiyle yürütülen süreçte siyasi partilerin raporlarını Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'na sunduğunu hatırlatan Aksakal, herkesin bildiğini okuduğunu söyledi. Aksakal, "Özellikle DEM ve CHP'nin kalabalık sayfaları oluşturarak terörün bitirilmesine dair öneriler yerine partisel taleplerinin öne çıkarıldığını görmek de sürece verilen önemin derecesi açısından çarpıcı olmuştur" değerlendirmesinde bulundu.
DSP Genel Başkanı Aksakal basın toplantısında şunları kaydetti:
“ENOSİS hayalliyle yanıp tutuşan Rumlar tarihin yaşattıklarından bir ders almamışçasına ve bugün olmuş aynı hayalin peşinde koşmaya devam etmektedirler.
20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Barış Harekâtı ile sadece Türklere değil, Rumlara da barış getirilmiş, 51 senedir adadaki iki halk huzur ve güven içerisinde yaşamaktadır.
Yapılan Barış Harekâtıyla aynı zamanda Yunanistan’daki cunta yönetiminin yıkılması da sağlanmış ve Yunanistan’a demokrasi de getirilmiştir.
Buradan çağrımız kazanılan bu değerlere hep birlikte sahip çıkılmalıyız ve dört elle sarılmalıyız.
Yunanistan Başbakanı Miçotakis ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Hristodulidis’in önceki gün koşa koşa Netanyahu’ya gitmelerinin bir tek gerekçesi vardır o da Türkiye düşmanlığıdır.
Buradan kendilerine doğru bir strateji içerisinde olmadıklarını bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
İsrail sizin komşunuz değil, unutmayın. Gerek Trakya’dan gerekse Kıbrıs adasında kapı komşunuz olan bizleriz.
Biraz önce de belirttim, Kıbrıs Barış Harekâtı ile size demokrasiyi biz sağladık.
Bölgesel emperyalist politikaların girdabından hep birlikte uzak durmak çok önemlidir.
Bu vesileyle Kıbrıs Barış Harekâtının mimarı Onursal Genel Başkanımız, Başbakanımız Bülent Ecevit’i ve 37.nci Hükümetin Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı bir kez daha rahmetle ve minnetle yâd ediyorum.
Değerli basın mensupları,
Terörsüz Türkiye idealiyle yürütülen süreçte siyasi Partiler raporlarını Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonuna sundular. Ortaya çıkan manzara şudur ki, herkes yine bildiğini okumuştur.
Özellikle DEM ve CHP’nin kalabalık sayfaları oluşturarak terörün bitirilmesine dair öneriler yerine partisel taleplerinin öne çıkarıldığını görmek de sürece verilen önemin derecesi açısından çarpıcı olmuştur.
Ayrıca raporlarda Cumhuriyetin ilk yıllarında Cumhuriyet devrimlerine karşı ayaklandırılan ve emperyalist sistemin tetikçiliğine soyunan şeriat yanlısı sözde din adamı kılığındaki vatan hainlerinden devletin özür dilemesi dahi talep edilmektedir.
Elbette ikinci yüzyılına girmiş olan demokratik, lâik Cumhuriyetin anayasal düzeninde bu gibi taleplerin bırakın karşılanmasını, düşünülmesi bile abesle iştigaldir.
Bunların yanında bizim de hayretle karşıladığımız asıl garabet ise Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın tutarlı ve dirayetli duruşuna karşı bazı Akpartili Milletvekillerinin itirazlarıdır.
Biz bu gibi açıklamalar bizim tarafımızdan, örtülü PKK politikası ve zımnen PKK politikalarına yanaşık söylemler ortaya koymak ve Sayın Bakan’a “ayar verme” gayretleri olarak görülmektedir.
Ancak bu açıklamalar basit ve hafife alınacak söylemler değildir.
Buradan Sayın Cumhurbaşkanımıza hatırlatmak isterim ki, 40 yıldır yaşadığımız terör sorunu ve Güneydoğu sorununun ana sebebi olan feodal sistemin temsilcilerinin bu çıkışları sadece Dışişleri Bakanımıza yönelik çıkış değil aynı zamanda yüz yıllık Cumhuriyetle hesaplaşma histerisinin dışa vurumu, esasen bu amaçla terör yapılanmalarının devamını istemelerinin tezahürüdür.
Devletimizin çizgisini kararlılıkla sürdüren Dışişleri Bakanımıza yönelik bu gibi tehditkâr açıklamaları kınadığımızı belirtirken, muhatapları hakkında gereğinin yapılmasının önemini de vurgulamak isteriz.
PKK terör örgütü ve türevlerinin Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu kriterler çerçevesinde bir irade ortaya koymayacağını artık herkes görmektedir.
DEM Partililerin de kendi kendilerine “sürecin ikinci aşamasına geçilmiştir” şeklinde ortaya sürdükleri görüşler gerçeklerden uzaktır ve maddi temeli olmayan boş iddialardır ve kabul edilemez.
Komisyon’da DEM Parti dışındaki tüm partilerin ortak tavrı önce silahların tamamının bırakılması ve tüm paydaş örgütlerin kendilerini feshetmeleri yönündedir. Bunun dışında bir arayışın diğer adı hayal peşinde koşmaktır.
Sürekli sözde “barış” söylemini ortaya getirmenin gerçek hedefinin Türk milletini oluşturan kesimlerin, özellikle Türk ve Kürt kökenli yurttaşlar arasında bir kavga, bir çatışma, bir küslük varmış gibi kanıksatılmaya çalışılması gayretidir.
Ama bu “taktik” tutmamıştır, tutmayacaktır, bu toplum size bu zevki yaşatmayacaktır.
Savaş kavramı iki devlet arasında ya da iki eşit statü arasında gerçekleşen bir eylemin adıdır.
Türkiye’de ne devlet milletiyle, ne de toplum yapımızın asli unsurları olan her kökenden insanımız birbiriyle kavgalı ve küs değildir.
Kavgamız PKK terör örgütüyledir ve bu canilerle de barış yan yana gelemeyecektir!
Türkiye hiçbir şekilde duruşunu değiştirmeyecektir. İçerisinde yer aldığımız jeopolitik alanda herkes birbirinin peşindedir ve akıl almaz olaylarla karşı karşıya olduğumuz gerçeğini de kimse yadsıyamaz.
Her an bir şüpheli insansız hava aracı olayı ile yüz yüze gelebiliyoruz.
Bunu son günlerde yaşar olduk.
İşte önceki gün Libya Genel Kurmay Başkanını taşıyan uçak, beraberindeki heyetle birlikte Haymana üzerinde kaza kırıma uğradı ve 8 insan yaşamını yitirdi.
Kaza mıdır, sabotaj mıdır henüz bir bilgi yok. Ancak bize göre manzara uçağa yapılmış bir müdahale neticesinde gerçekleşmiştir. Elbette yakın zamanda bu da anlaşılacaktır.
Komplo teorisi yazmak bizim hiç tarzımız olmamıştır fakat yaşananlar ister istemez bizleri bu noktaya doğru evriltmektedir.
Bakınız, zamanlaması itibariyle anlamlı bir analizle karşılaşıyoruz.
Amerika merkezli NY Times dergisinde önceki hafta yayınlanan bir analizde olası İstanbul depremi konu edilmekte, yakın tarihin en kötü insani felaketlerinden birinin gerçekleşebileceği öngörüsüyle, dikkat edin, altını çizerek söylüyorum güçlü depremlerin ana Marmara fay hattı diye adlandırılan kilitli bir bölüme doğru ilerlediğine dikkat çekilmektedir.
Bu arada İstanbul’da yaşanabilecek bir depremin değerlendirilmesi ve merak edilmesi hususu da es geçilecek bir konu değildir.
Günümüzde çok değişik örneklerine rastladığımız ve teknik anlamda da imkân ve ihtimal dahilinde olan fay hatlarına harici müdahale risklerini de göz önüne alırsak, dünyamızın tek elden yönetimini esas almış emperyalist yapıların böyle bir çılgınlığa kalkışmayacağının hiçbir garantisi de yoktur.
Bu ihtimal bile coğrafyamızın değiştirilemez kaderi olan depremle yaşayabilmeyi becermek zorunda olduğumuzu hatırlatıyor. Başka çıkar yolumuzun olmadığını da belirtiyorum.
Kentsel dönüşüm adı altında deprem riski yüksek lokasyonlarda yeni yapılaşmalar yerine güvenli alanlarda sağlıklı ve sağlam binaların zaman geçirmeden yapılması ve riskli binalarda yaşayan yurttaşların buralara taşınması konusu büyük bir aciliyet arz etmektedir.
İstanbul’da yaşanabilecek ya da yaşatılacak bir deprem felaketi gerçek anlamda beka sorunu yaratır ki bunu düşünmek bile gereğinden fazla ürkütücüdür.
Değerli basın mensupları,
Bu hafta da sizlerle ekonomideki durumumuz konusunda kısa bir bilgi ve görüş paylaşmak istiyorum. Zira bunlar, hükümete yol göstermek, doğruları işaretlemek adına önemlidir. Demokratik Sol Parti olarak bizim yapıcı muhalefet anlayışımızın gereği de budur.
Hükümetimizin en büyük ekonomik dayanaklarından olan büyüme rakamları 2024 ortalaması yüzde 3.3 iken 2025 yılının ilk 9 ayı sonu itibariyle yüzde 3.7 olmuştur.
Burada yıllık yüzde 12’lik bir artış gözlemliyoruz. Bu büyümede son dönemde inşaat yüzde 13.9 büyürken tarım yüzde 12.5 küçülmüştür.
Yıllardır uygulanan tarım ve hayvancılık politikalarının yanlış yönetildiğini, ihracata dayalı politikaların ülkeyi zor durumda bırakacağını söylemiştik, işte sonuç ortada. Etin kilosunun 900 lira olduğu yerde döner kebabın kilosunu 6.000 liraya yemek zorunda kalırız.
Tabii, tarım ve hayvancılıkta yerli üretim yerine ithalatı önemli kalemlerde seçince ihracat ve ithalat dengemiz de şaşırmıştır.
2024 ihracatımız 257 milyar dolar iken 2025’de 270 milyar dolar seviyesindedir, artış yüzde 5’dir. Aynı dönemlerde ithalat 314 milyar dolardan 383 milyar dolara çıkmış, artış yüzde 22 olmuştur.
2024 yılında ithalat ile ihracat arasında 57 milyar dolar olan cari açık bu yıl şimdiden 113 milyar dolara ulaşmıştır. Cari açık yüzdesel farkı yaklaşık yüzde 100’dür. Uyarılarımızın ve sunduğumuz tedbir önerilerinin ne kadar önemli olduğunu Sayın Tarım, Orman ve Hayvancılık Bakanımız ve Hazine ve Maliye Bakanlarımız anlamışlardır diye umuyorum.
Şimdi bir başka tespitimizi daha paylaşmak isterim; yılbaşından bu yana Türk Lirasına karşı ABD Doları yüzde 22, Euro da paritenin etkisiyle yüzde 40 oranında değer kazanmıştır.
Bizim dış borcumuzun çoğu ABD Doları ile ihracatımızın çoğu Euro ile yapıldığından bu durum ekonomimize yarar sağlarken aynı zamanda GSYH’nın yüksek görünmesini de sağlamaktadır.
Yani elin taşıyla iki kuş vurma hikâyesindeki gibi işaret ettiğimiz “hormonlu büyümenin” görünümünden biridir bu durum.
Bir tespitimizi daha paylaşıp diğer konulara geçeceğim, 2025 yılının tamamı için faiz giderleri için ayrılan ödenek 1 trilyon 950 milyon lira olmasına rağmen 11 ayın sonunda bu paranın 1 trilyon 938 milyon lirası kullanılmıştır.
Aralık/2025 ayı faiz ödememiz 112 milyar lira olduğuna göre demek ki 100 milyar lira açık var. Sayın Hazine ve Maliye Bakanımıza sormak isterim; bu fark tıpkı 2023 yılında olduğu gibi kaynağı belirsiz gelirlerle mi kapatılacak?
Ülkemizin yaşadığı koşulları değerlendirerek 2026 yılı Bütçesine güvenoyu verdik hayırlı, uğurlu ve bereketli olsun diyoruz. Ancak bu desteğimizin yanında bazı soruları sormayacağız, görüşlerimizi anlatmayacağız anlamı da çıkarılmamalıdır.
Bir diğer güncel konu da bildiğiniz gibi Asgari Ücret Tespit Komisyonu TÜRK-İŞ’in yokluğunda 2026 yılı ücretini açıkladı.
28 bin 075 lira olarak belirlenen rakam elbette beklenen ve olması gereken düzeyde de değildir.
Demokratik Sol Parti olarak biz 34.811 lira olmasını önermiştik. Esasen hakça olanı da buydu.
Zira önerdiğimiz rakam asgari ücretle çalışan insanlarımızın yoksulluğuna çare olamayacaktı ama hiç olmazsa açlık sınırının üzerinde bir ücret olacak, bunun yaratacağı psikolojik etkiyle de toplumsal bir dinginlik sağlanabilecekti.
Asgari ücretin niteliği konusundaki görüşlerimizi bir önceki basın toplantısında sizlerle paylaşmıştım, hatırlayacaksınız asgari ücret vasıfsız eleman ücretidir demiştim.
Ve bu özelliğin de en çok 3 yıl sürebileceğini belirtmiştim.
Şimdi olaya bu açıdan bakarak bir değerlendirme yapacak olursak, kendisine asgari ücret düzeyinde ücret takdiri yapılan yurttaşlarımız hakikaten yaptıkları iş dalında acemiliklerini ve vasıfsızlık özelliklerini bir kenara bırakıp kendilerini nitelikli eleman düzeyinde görüyorlarsa asgari ücrete itiraz etmelidirler.
Belki bu yöntemle yine yoksulluktan kurtulamayacaklardır ama en azından açlık sınırının üzerinde bir yaşamı sağlama imkânı bulabileceklerdir.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin sonunda son haftasına girdiğimiz 2025 yılını uğurlarken, küresel ölçekte çatışmaların, ekonomik dalgalanmaların ve toplumsal belirsizliklerin yoğunlaştığı bir yılı geride bırakırken; milletimizin sağduyusu, devletimizin köklü kurumsal yapısı ve halkımızın demokrasiye olan inancı en büyük güç kaynağımız olmuştur.
Yeni yılın; ülkemiz, bölgemiz ve tüm insanlık için barışın, huzurun ve refahın hâkim olduğu bir dönem olmasını temenni ediyorum.
Karşılaştığımız sorunlara daha güçlü çözümler üretmek, toplumsal dayanışmayı güçlendirmek ve tam bağımsız Türkiye hedefimizi daha sağlam temellere oturtmak için önemli bir fırsattır.
Bu vesileyle, 2026 yılının ülkemize huzur ve güven dolu günlerle gelmesini, yurttaşlarımıza ve tüm insanlığa savaşsız bir ortamda sağlık, mutluluk ve başarı getirmesini diliyorum.
Bu vesileyle başta siz değerli basın emekçilerimiz olmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisimizin çatısı altında görev yapan her bir kardeşimizin yeni yılını tebrik ediyor, sevdikleriyle ve aileleriyle geçirecekleri nice güzel yıllar temenni ediyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun var olun.”



Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.